Türkiye'de Göçmen Kadınlar
Türkiye'de Göçmen Kadınlar
Yazar: Betül Alkan ve Dilara Doğan
Türkiye’de Ötekinin Ötekisi Olmak: Suriyeli Göçmen Kadınlar
“İnsanlık tarihi sınıf
çatışmalarının tarihidir”. Bu ifade Karl Marx’a ait olmakla birlikte Marx’ın
bahsetmiş olduğu sınıflar ekonomik temellidir. Bizim ise bugün burada
bahsedeceğimiz sınıfların merkezinde cinsiyet ve etnik köken yer almaktadır. Dünyada
ve ülkemizde kadın olmak çemberin dışında bırakılmak için çoğu zaman yeterli
bir neden olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünya’ya kadın olarak geldiyseniz
mücadeleniz sadece hayat şartlarıyla değildir, karşınızda sizi bu mücadelenin
dışında bırakmak için hazır bekleyen insanlar da bulunmaktadır. İnsanlar
diyorum çünkü kadın olmanızı yetersiz görenler maalesef yalnızca karşı cinsten
bireyler değildir. Peki ya göçmen olmak? Ülkenden koparak başka bir ülkede
üstelik bir de kadın olarak yaşamak zorunda kalmak. Üzülerek ifade etmek
gerekiyor ki eğer kadınsanız ve de Suriyeli iseniz kronik ötekiliğe sahip olmak
için gerekli şartları sırtınızda taşıyorsunuz demektir.
2011 yılının Mart ayında Suriye’de
meydana gelen iç savaşla birlikte ilk göçmen grubu ülkemize sığınmıştır. Savaşın
şiddetlenmesi ve uzamasıyla birlikte ülkemize gerçekleştirilen göçler sonucunda
sığınmacılar başlangıçta ülkenin sınır bölgelerinde kurulan çadır kentler ve
konteynır kentlerde “geçici koruma altına” alınmaya çalışılmıştır. Fakat Türkiye’nin
“açık kapı” politikası göçün devamlılığını sağlarken aynı zamanda göçmenlere
sunulan imkanları zorlamıştır. Böylece göçmenler çadır kentlerden çıkarak sınır
illerinde ve daha sonra büyük şehirlerde yaşamaya başlamıştır. Suriyeli
göçmenler için hayat dışarıda da sonradan kurulmuş bu kentlerde de oldukça
zordur. Ancak yapılan çalışmalar çadır veya konteynır kentlerde yaşayanların
sosyal imkanlar ve temel ihtiyaçlar bakımından daha iyi durumda olduğunu
söylemektedir. Buna rağmen yapılan saha araştırmaları göçmeler arasında bu
kentlerde yaşamak için sıra bekleyenler ile dışarıda yaşayabilmek isteyenler
olarak iki ayrı durumun ortaya çıktığından bahsetmektedir. Peki ya içeri de ya
da dışarıda, kadınlar ne yaşamakta ne hissetmektedir?
Göç sürecinin sonunda kadınları yeni
bir zorluk beklemektedir. Kadınlar sosyal izolasyon, yalnızlık, dil engeli ve
kültürel farklılıklar nedeniyle birçok şeye yabancılaşmaktadır (Tuzcu &
Ilgaz’dan aktaran Barın, 2015). Ayrıca cinsiyet farklılıkları nedeniyle erkeklerle
aynı deneyimi paylaşamayarak onların aksine daha ciddi problemlerle ve
istismarla yüzleşmektedirler. Düşük maaşla daha uzun saatler çalışma, sağlık
sigortasından yararlanamama, cinsel ve fiziksel istismara uğrama, şiddet,
eğitim fırsatlarına erişememe, bilgiye erişimde sıkıntılar yaşama gibi unsurlar
kadın hayatını olumsuz yönde etkilemektedir (Anthias’dan aktaran Barın, 2015).
Kadınların sahip olduğu hukuki haklara dair bilgileri dahi bulunmamaktadır. Sahip
oldukları statüler onların zamanla daha çok içlerine kapanmalarına,
yalnızlaşmalarına ve depresyona girmelerine neden olmaktadır. Araştırmalar
kadınların ve çocukların erkeklere nazaran psiko-sosyal açıdan daha çok etkilendiğinden
bahsetmektedir. Dedeoğlu ve Gökmen’in ifadesine göre bu insanlar “hem kadınlık
hem de göçmenlik statülerinden dolayı belli vatandaşlık haklarından ve sosyal haklardan
yoksun kalmakta, var olan kaynaklara ulaşırken ve emek piyasasına girerken de
engellerle karşılaşmaktadırlar” (Dedeoğlu & Gökmen’den aktaran Barın, 2015).
Türkiye’de yaşayan Suriyeli göçmen kadınların yaşam şartlarını mesleki deneyim,
eğitim, dil, sağlık koşulları, çalışma hayatları, barınma ve temel ihtiyaçlar
bakımından incelemek elbette mümkün ancak bu yazıda daha çok yapılan
evliliklerin üzerinde durulmaya çalışılacaktır. Yapılan çalışmaların
sınırlılığı ve istatistiki verilerin yetersizliği ile birlikte devamlı olarak
güncellenmemesi nedeniyle Suriyeli göçmenlerin sosyal yapısının, ihtiyaçlarının
ve yerel halk ile iletişiminin tanımlanması eksik kalmaktadır. Bu nedenle
göçmenlere yönelik politikalarda yetersiz ya da işlevsiz kalabilmektedir.
Öncelikli olarak Suriye’de her şey normale dönse savaş bitse bile bu insanların
büyük bir çoğunluğunun burada kendilerine bir hayat kurduğunu, evlendiklerini
ve ülkemizde doğan çocukların olduğunu fark etmek gerekmektedir. Dolayısıyla
göçmen grubun yarısı dahi gitse büyük bir kitlenin burada yaşamaya devam
edeceği öngörülebilir bir gerçektir. Bu nedenle burada yaşamaya devam edecekler
için vatandaşlık ve yapılan evlilikler gibi meseleler göz önüne alınmalıdır.
Yapılan saha araştırmalarına göre “sığınmacıların yerleşmiş oldukları
bölgelerde çok eşlilik vakalarının görünürlük kazanmış, buna bağlı olarak
boşanma oranlarında artış görülmüş, kadın ve çocuklara yönelik istismar vakaları
ise artmıştır” (Orsam’dan aktaran Yaman, 2019).
Elma ve Şahin’e göre “göçler coğrafi
mobilite şeklinde olduklarından; göç edenler yaşam biçimlerinin,
alışkanlıklarının, inançlarının yanı sıra sorunlarını da gittikleri ülkeye
taşımaktadırlar. Bundan dolayı göçler hem göçmenlerin hem de göç edilen
toplumların yaşamlarında hem zenginliklere hem de sorunlara neden olmaktadır” (Elma
ve Şahin’den aktaran Çelik & Vural, 2018).
Suriyeli göçmenlerin çadır kentlerin dışında yerel halk ile birlikte
yaşamaya başlaması ile birlikte yeni etkileşimler ortaya çıkmıştır. Birlikte
ortak bir hayatı paylaşmaya çalışan yerel halk ile göçmenler arasında uyum
sorunları ile birlikte kurmuş oldukları etkileşimler neticesinde “Suriyeli
mültecilerin beraberinde getirdikleri kültürel pratikleri, yaşam tarzları ve
hayata bakış açıları da fark edilerek bazı unsurlar göze çarpmıştır” (Çelik
& Vural, 2018). Suriye Arap Cumhuriyeti’nde din referans alınarak erkeklere
dört eşle evlenme hakkının yasal olarak tanınmaktadır ve halk arasında çok eşli
evlilik yaygın görülen bir durumdur. Türkiye’ye yapılan göçlerle birlikte
ülkemizde yasaklanan çok eşli evliliğin özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde
tekrar gündeme geldiği söz konusudur. Sınır ilçelerinde görülen resmi ve gayri
resmi evliliklerin artışıyla birlikte yerel halk içerisinde meydana gelen
boşanma oranlarının artışında önemli bir etkiye sahip olduğu düşünülmektedir.
Nitekim saha çalışmaları verilerine göre “kadınlar eşlerini kaybetme korkusu
taşıdıklarını ve bu durumun üzerlerinde baskı oluşturduğunu” dile
getirmektedirler (Orsam’dan aktaran Yaman, 2019). Göçmenler ile yerel halk
arasında gerçekleştirilen bu evliliklerinin nedeni “evlenecek kızın daha iyi
yaşam standardına kavuşması ve diğer taraftan ailenin maddi gelir sağlama
aracı” olarak görülmektedir (Yaman, 2019:148).
Yapılan araştırmalar ve referans gösterilen kaynaklar göstermektedir ki Suriyelilerin göçü ile birlikte ortaya çıkan veya sayıları artan çocuk yaşta evlilik, çok eşlilik, boşanma gibi sosyal gerçeklikler bizim yıllardır mücadelesini vermiş olduğumuz “kadın hakları” mücadelemize yeni bir boyut kazandırmaktadır. Suriyeli kız çocuklarının küçük yaşta evlendirilmesi, yarısı 18’in altında olan göçmen çocukların almış olduğu eğitimin neticesi için ciddi bir sorunu yansıtmaktadır. Yapılan evlilikler kız çocuklarının okumasına engel olurken aynı zamanda Türk aile yapısına da zarar vermektedir. Dolayısıyla ortaya çok katmanlı toplumsal sorunlar bütünü çıkmaktadır. Bu evlilikler kız çocuklarının yaşamını altüst edip onlara psiko-sosyal açıdan zarar verirken yöre halkı içerisinde boşanmak durumunda kalan ya da boşanamayan Türk kadınları için de psikolojik veya sosyo-ekonomik kayıplara neden olabilmektedir. Daha önce bahsedildiği üzere Suriyeli göçmenlerin büyük bir bölümü burada kurmuş olduğu hayatlarını bırakamayacağı için kadınların ve kız çocuklarının maddi çıkarlar gibi onur kırıcı gerekçelerle istismar edilmesi bireylerin kişiliğinde önemli tahribata neden olurken aynı zamanda ülkemizde eğitim, aile gibi toplumun yapı taşını oluşturan kurumlarda kalıcı zararların meydana gelmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle yerel halk ile göçmenler arasındaki uyumun sağlanması, göçmen kadınların yabancılaşarak ötekileşmemeleri için daha kapsayıcı saha araştırmaları yapılmalı, yerel yönetimler ve STK’lar ile birlikte bu araştırmalara uygun sosyal imkanlar sağlanmalıdır. Medya gücünü yaptığı yanlış haberlerle halkı manipüle etmek için kullanmak yerine dezavantajlı durumda olan bu kadınların yasal haklarının duyurulması ve mücadelelerinin verilmesi adına destek olmak için kullanmalıdır. Belki de tüm bunları yaparsak insanlık tarihini yeniden yazabiliriz, ne dersiniz?
Geçmişten bugüne insanlar savaş, ekonomik sebepler, cinsiyetçi yaklaşımlar ve diğer pek çok sebeple yaşadıkları yerden göç etmek zorunda kalmışlardır. Binlerce kadın ekonomik sebeplerin yanında toplumsal cinsiyet eşitsizliği sebebiyle başka ülkelere göç ediyor. Peki tam olarak nedir bu toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kadınlar neden bu sebeple göç etmek zorunda kalıyorlar? Bu soruya şöyle cevap verebiliriz. Bazı toplumlarda kadın ve erkeğe biçilmiş davranış kalıpları vardır. Kadının daha çok sınırlandığı, baskı altında bırakıldığı, kariyerlerinin kısıtlandığı bir kalıp. Erkeklerin ise kadınlara göre daha özgür yaşayabildikleri, daha güçlü gözüken bir kalıp. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği kısaca kadın ve erkeğin eşit olmadığı düşüncesinden doğmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine cinsiyete dayalı ücret eşitsizliğini, kadınlara sınırlı kariyer fırsatlarını örnek verebiliriz. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile çalışma imkanı bulamayan, ev içinde şiddete maruz kalan, boşanmak isteyip boşanamayan ve daha birçok sebeple çaresiz kalan kadınlar çareyi göç etmekte bulurlar. Türkiye’de özellikle 2000’li yıllardan itibaren göçmenlerin giriş, kalış ve çalışma izinleri gibi bir takım yasal düzenlemeler yapılmıştır. 2003 yılında “Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun” ile göçmen işçiler için karar verici kurum olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı atanmıştır. ÇSGB ile yabancıların çalışma izni alması için işverenlerin ya göçmen Türkiye'ye gelmeden önce ya da Türkiye'de 6 aylık oturma izni aldıktan sonra çalışma iznine başvurması gerekliliği, izinlerin ev işi gibi belirli sektörlerde olması, söz konusu iş yerinde en az on yerli işçinin de çalışması gibi kısıtlayıcı kriterler konulmuştur. Bu kısıtlayıcı kriterler sebebiyle binlerce işçi kayıtsız çalışmaktadır. Göçmenleri kısıtlayan göç yasaları onları kağıtsız ve güvencesiz çalışmaya zorunlu bırakır. Güvencesiz ve kağıtsız kadın göçmenler bazı işverenlerin işine gelmektedir. Bu kadınlar düşük ücretlerle çalıştırılıp problemli işlere zorlanmaktadırlar. Çoğu göçmen kadın sınır dışı edilme korkusu ile bırakın kötü çalışma koşullarını maruz kaldıkları cinsel tacize bile ses çıkaramamaktadır. Kağıtsız göçmen kadınlar çoğu sosyal hizmetten maruz kalıyorlar. Bu durumda zaten toplum tarafından dışlanan göçmenleri toplumdan daha da fazla uzaklaştırıyor.
Peki ya bu insanları topluma nasıl kazandırabiliriz?
Kağıtsız göçmenlerin sosyal hakları ve çalışma hakları genişletilmeli onlar da güvence altına alınıp sınır dışı edilme korkusu yaşamadan hayatlarını idame ettirebilmeli. Göçmen kadınlar için sosyal destek merkezleri açılabilir. Bu süreçte onlara psikolojik destek de sağlanmalıdır. Bunun dışında ülkeye giriş, kalış ve çalışma izinlerindeki kısıtlayıcı şartlarda esnekliğe gidilebilir. Bu yazıyı şu cümle ile toparlamak isterim. Dünyanın hiçbir yerinde göçmen kadınların zorbalığa uğramadığı, dışlanmadığı, korku ile yaşamadığı, mutlu bir hayat yaşayabilmeleri dileğiyle.
Sevgiyle
kalın.
Kaynakça
·
Agcadağ
Çelik, İ, Vural, F. (2018). Suriyeli Mülteci Kadınların Kuma Dramı: Kilis İli
Örneği. OPUS Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi, 8 (14), 341-382.
·
Barın,
H. (2015). Türkiye’deki Suriyeli Kadınların Toplumsal Bağlamda Yaşadıkları
Sorunlar ve Çözüm Önerileri. Göç Araştırmaları Dergisi, (2), 10-56.
·
Yaman,
F. (2019). Göç ve Toplum Dünyada ve Türkiye’de Değişen Nüfus Hareketleri.
İstanbul: Ketebe.
https://www.calismatoplum.org/makale/turkiyede-kagitsiz-gocmen-kadinlar-ve-sosyal-hizmetler
Yorumlar
Yorum Gönder